ZEYNEP TÜRKOĞLU, “ZEYTİNBURNU KİTAPÇISI BULUŞMALARI” SÖYLEŞİ PROGRAMINDA SEDAT ANAR’I AĞIRLADI
Zeytinburnu Kültür Sanat, 9 Mayıs tarihinde “Zeytinburnu Kitapçısı Buluşmaları” söyleşi programı çerçevesinde yazar ve müzisyen Sedat Anar'ı konuk etti. Zeytinburnu Kitapçısında gerçekleşen programda, “Kâinatın Ritmi” kitabı çerçevesinde bir sohbet gerçekleşti. Sedat Anar, müzik ve edebiyat hakkındaki düşüncelerini paylaştı.
Sedat Anar, kitabında da anlattığı müziğe başlama serüvenini şöyle özetledi:
“Her müzisyen gibi benim de bir müzisyen olma hikâyem var. Bu hikâyenin başlangıcı işitme engelli kuzenim. Çocukken hepimiz biraz acımasız oluyoruz. Kuzenim biz oyunlar oynarken o köşede durur, oynamaya çalışır ama cesaret edemezdi. Kendi içinde bir hüznü olduğunu hissettim ve bir süre sonra düşünmeye başladım: Neden bizimle birlikte oynamıyor, sohbet edemiyor? Kitapta çok detaylı anlatmadım. Bir düğünde kuzenimi halay başı yaptılar. Annem ağlıyordu, halam ağlıyordu. Anlam veremiyordum çocukken. Onun dünyasını merak etmeye başlayınca benim müzisyen olma serüvenim başladı. O neden yalnız? Bir insan duymadan nasıl yaşayabilir? Bütün bu sesleri ben duyarken kuzenim neden duyamıyor, diye kendime sormaya başladım. Sonrasında yeğenim doğdu. Yeğenim doğunca dedem ismini verdi ve kulağına ezan okudu. Bu da bana çok ilginç geldi. Ezanda da müzik var çünkü.”
Yazmanın İşlevi Üzerine
Sedat Anar, müziğin ve yazmanın işlevinin benzerlik gösterdiğine vurgu yaptı:
“Beni müzik yaparken rahatlatan şeyi yazarken de hissediyorum. Bunun için yazar olmak zorunda da değilsiniz. Günlük başlı başına bir terapi. Gece oturun, gününüzü anlatmaya çalışın. İlk etaplarda biraz zorlanıyorsunuz ama sonrasında yazmaya ihtiyaç duyuyorsunuz. Uyurken ya da Marmaray’la giderken insanlara ve hayata bakış açınız değişiyor. Yazdıkça kendinizi tanıyorsunuz ve rahatlamaya çalışıyorsunuz. Ben romanımı havalimanındaki Starbucks’ta yazdım. Müthiş bir masaya, ışıklandırmaya, dolma kaleme de ihtiyacınız yok. Seyahatlerimin öncesinde kahvemi aldım ve romanımı öyle yazdım.”
Santurun Serüveni Üzerine
Sedat Anar santurun Türkiye’deki serüvenini kendi hikâyesinden yola çıkarak şöyle anlattı:
“Türkiye’de santura başladığım zaman bırak öğretmeni, onun teli koptuğu zaman tel alacak bir yer yoktu. Kimse santur nedir bilmiyordu. O yüzden İran’a gittim. Üniversite okuyordum. Hacettepe Üniversitesi Tarih bölümünü 3.sınıfta bırakıp İran’a gittim. Bir buçuk yıl orada maddi olarak çok zor koşularda yaşadım. Ailem benimle tüm ilişkisini kesti. Ben 2009’da Kim 500 Bin Lira İster’e çıktım. 15 bin liralık soruda elendim. Ben oraya belki hayalimi gerçekleştirir, para kazanır ve albüm çıkarırım diye çıktım. İki yıl önce aynı yarışmada soru olarak yer aldım. ‘Sedat Anar’dan dinlediğiniz müzik aletinin adı nedir?’ diye bir soru soruldu. Bu bir şeyleri başardığımı gösteriyor. Herkes, akademisyen ya da öğretmen olmak zorunda değil diye düşünüyorum. Marangozluk da güzel bir şey, müzisyenlik de güzel bir şey.”